Yıkılmaya yazgılı imparatorluklar gibiydik.
Süzülerek dağlardan gelen kartalın gözüyle geçiyorduk buğday tarlalarının üzerinden. İki büyük nehrin çağıltılı akan sularının, viran olmuş köylerin üzerinden ve şehrin dar sokaklarının arasından…
Diz çöküp öptükleri topraktan umudunu kesmeyenlerin türküleri aklımızdan çıkmıyordu. Anadolu halklarını red ve inkâr edenler zihinsel süreçler açısından yitirilmiş bir savaşın kavgasını veriyorken,
karanlıkları aydınlatan ateşin gizini ve alevin büyüsünü paylaşıyorduk.
Harran’da ateşe ve güneşe tapanların yanı sıra aya tapanlardan da söz ediliyordu. Ateşe, aya, güneşe tapanlardan…
Hakikatin bizi özgür kıldığına inanıyorduk. Özgür ve güçlü…
Sesimizin birbirinden uzaklaştığı zamanlarda bile ardında bellekte bir iz, yerinde kullanılmış bir söz ve ısısını koruyan köz bırakarak giden o vefalı insanları unutmayacağız.