``Ben artık kambur kalacağım büyükbaba! Kambur anladın mı, diye bağırarak hastane koridorunda koşmaya başladı Yüksel, Ömer de oğlunun peşinden.``
``Hayatta bir kere güldüm, o da kursağımda kaldı. Biliyor musun, beni hiç sevmedi yanına yakıştıramadı, kamburum diye de aşağıladı. Bunu anladım da bana niye ümit verdi ve hayallerimle oynadı? Onca yaşanan şey yalan mıydı?``
``Evladım, benim de sırtımda görünmeyen kamburlarım vardı. Pişmanlıklar, keşkeler... En çokta oğlum Mehmet`in acısı ve babaannene verdiğim sözü yerine getirememem.``
``Utanma aslanım burada hiç bir şeyden utanma! Bak bizim de sırtımızda o... kamburu, yüzümüzde de kara bir leke var. Yüzümüze demeseler de arkamızdan hep o... diyorlar.``
``Bak, bu ayakta benim kamburum oldu. Senin gibi ben de ölene kadar bu kamburu taşıyacağım. Adamlar topal bacağımı görünce, bilip bilmeden konuşuyor. Bana `topal` diyorlar, bilmezler ki onlar yataklarında rahat uyusunlar diye ben bu ayağımı kuş uçmaz kervan geçmez dağlarda bıraktım. Gaziyim ulan, `ben bu ayağı Vatan, Millet için verdim` demekten de usandım artık.``
Kitaba adını da veren kamburluk, sadece fiziksel değildir. Her insanın mutlaka üstüne yük olan bir kamburu vardır. Bu kitabı okurken belki siz de kendi kamburunuzla yüzleşeceksiniz.