Bu roman acıyı hüznü şerbet gibi içenlerin, toplumun önyargılarını hiçe sayıp aşklarının peşinden koşanların, trajik olduğu kadar insanların vicdanlarını sorgulamayı başaranların romanı.
Parçalanmış hayatlar. En dipteki insanlar. Batakhanelerde debelenen kadınların normal hayata geçme çabaları. Bir umut! Ama bitmeyen umut. Sevgiye hasret kalanların çilekeş dünyaları…Ve aşk. Bu roman aynı zamanda aşkları için yasaklara meydan okuyanların romanı.
Çaresizliğim, bir ömür boyu yakamı bırakmayan yalnızlıklarım! Senle dolu ve sensiz cehenneme dönen gecelerim! Uykusuz gecelerimde seni sayıklayışım. İskambil kâğıtlarında fallar açışım! Hepsinde de “gelemeyeceğim” deyişlerin! Seni ne denli özlediğimi mırıldansam da telefonlarıma hep kaçamak yanıtlar verişlerin, suskunluğun!.. Hasretinle yanıp tutuşum, Kollarımı açıyorum ama nafile kalıyor bekleyişim. Kendimi frenlemek için mektup yazmalarım. Ayrılığımızın ardından ne kadar zaman geçmiş? Aylardan hangisiymiş? Zemherinin tam ortası mı, yoksa ilk cemrenin toprağa düşüşü mü? Ya da gazellerin yerlere tek tek savrulmaları mı? Üzerinde kaşmir kırmızı manton, kırmızı kaşkolun; içinde kırmızı bluzun ve diğer kırmızılar…Hava buz gibi olmasına rağmen kuytu bir köşede; sımsıcak kaynaşmamız. Soluksuz öpüşümüz! “Aşk, acıyı bal eylemek” deyişin. İşte yıllardır canlı kalan, bu üç harfin tılsımıyla hâlâ seni içimde yaşatışım. Hiçbir kaprise yenik düşmeden, seni doğallığında sevişim.
“Hüzün” benim göbek adımmış. Bastırılmış namuslu(-suz) arzularım. Vicdanlı(-sız) hesaplaşmalarım! Sanrılı yürek atışlarım.