Cuma Günleri, ev işleriyle uğraşan ev kadınların en yüklü günüydü. Her oda köşe bucak temizlenir, halılar vurulur, bakırlar parlatılırdı. Birçok hizmetçi, " camları rüzgardan daha saydam yapayım" derken kafasını kırmıştır.Gün doğarken uyanan Saraçi, büyük mutfakta ateşi yakar, yeşillikleri doğrar, yumurtaları çırpar, peynir rendeler, hamur yoğururdu. Amacı, cosicas de horno, yani fırın işlerini ; boyos, borecas, filikas, anchusas, bimuelos, y pastelicas’ları hazırlamaktı. Kullanılan peynir, marangoz tekerleği şeklinde, biberli ve sertti.Bir bacanın altında, taş ve dökme demirden yapılmış heybetli bir ocak vardı. Odun kömürüyle ısıtılan, üzerinde ızgara bulunan birkaç ocaktan oluşurdu. Ateşi harlandırmak için bunları, demirden fabrika bacasına benzer buris örter, ördek tüyünden yapılmış yelpazelerle yellerdik. Boru ve baca şapkalarına doğru yükselen dumanlar, ocağın üzerine kıvılcım yağmuru olarak düşerdi. İşte burada, simyacıların buluşlarını hazırlarken hazırladıkları büyük gayretlere eş çabalarla pilav, tavuk, zeytinyağlı enginarlar, balık ve rosto kutsal şubat günü için hazırlanırdı. Kışın, korun üzerinde, ağır ağır, şeker, pirinç unu, süt karışımından yapılan sütlaç pişirilirdi. Sütlaç soğuduğunda, bizim çok beğendiğimiz iyi yönü ortaya çıkardı. Birincisi, bakır tepside pişerken, hafifçe dibinin tutması sonucunda meydane gelen karamel tadı, diğeriyse yüzeyinde kalın, hafif dalgalı bir krema oluşmasıydı. Ah, o bakır kaplar!