Kur’an’ın Hadid suresi 3. ayetinde: “HU (O), yani HU, Evvel’dir, Ahir’dir, Zahir ve Bâtın’dır” ifadeleri yer alıyor. Ayrıca: “Küntü kenzen mahfiyen” diyerek başlayan bir kutsi hadiste ise: “Ben gizi bir hazine idim. Bilineyim istedim de bilinmekliğim için tüm yaratılmışlarla birleşip, zuhura geldim” diyor. Bu ifadelere göre başlangıcı ve sonu bilinmeyen yani ezeli olarak var olan nur halinde bir Ruh-ı Azam (Büyük Ruh) var. Öyle ise: Ezeli olarak var olan Büyük Ruh’un, zâhir (görünen) ve bâtın (görünmeyen) iki vasfı var. Ayette zikredilen “Bâtın” olan vasfı, “Mutlak” olan Zat’ı işaret eder ki, O, hiçbir zaman görülmez. O, bizim özümüzdür. Yani ana rahminde iken bize üflenen ruhtur. (Sad, 72) Ana rahminde iken üflenen bu ruh, Mutlak Zat’ın “ilim, irade, kudret” gibi tüm genetik özelliklerini üzerinde toplamış olan ruhtur. Bir başka deyimle bu ruh herhangi bir canlının yaratılış gayesine göre ete-kemiğe bürünmüş ve o varlıkta kendisini gizlemiş ve bâtın olmuştur. Ayette zikredilen “Zâhir” olan vasfı ise, “Her an değişebilen” Mutlak Zat’ın sıfatı olan “Allah”ı işaret eder ki, O, her varlıkta başka başka sıfatlarda tecelli eder ve biz bu sıfatların tümüne birden “Allah” diyoruz. Bir başka deyişle her an değişebilen bu vasfı Mutlak Zat’ın “ilim, irade, kudret” gibi tüm genetik özelliklerini ihtiva eden ruhun, her varlığın yaratılış gayesine uygun olarak, ete-kemiğe bürünmüş ve o varlık sıfatında zâhir olmuş halidir. Zâhir olan bu sıfatların tümü birden “Allah”tır. “Allah” ise, Mutlak Zat’ın sıfatıdır. Bu genel tanımın nasıl meydana geldiğini bu eserin yaratılış bölümünde görebilirsiniz!...