Yine aynı yerdeyim. Meşhur penceremin önünde. Pencere pervazlarının paspartu yaptığı muhteşem manzaraya karşı yazma isteğime “dur” diyemedim, oturup makinamın başına, dökmeliydim içimi kağıtlara, sonra da sizlere....
Senelerin yıldırım gibi, pek hızlı geçtiğini, değişen mevsimlerden anlar oldum. Sonbahar var dışarıda. Hem de ne sonbahar. Derler ya;
- 3 mevsim, bir sanat...
İşte o sanat; sonbaharın ruha dokunduğunu anlatıp, derinden yaşatan mevsim. Renkleri, çiçekleriyle ılıcık havasıyla tebessüm eder etrafa. Kalbimizin kanayan yaralarını teskin eden, hasta ciğerlerimizin temizlendiği mevsim.
Gözümüz bu mevsimde dinlenir; tabanın, sarının, yeşilin her tonuyla... Ya kavaklar? bütün sıkıntıları, kötü kokuları, tozları, yapraklarını yelpaze yaparak, salına salına def eder. Sadece havanın tozunu mu? Ruhumuzun tozunu da alır götürür üstümüzden. Gökyüzü açık mavi. Kuşlar, ağlamıyor, ağıt yakmıyor, feryat da etmiyor, sadece kantat yaparak uçuşuyorlar yollarında, anlıyorlar dertlerimizi, ondandır avazları... serince soluruz havayı.