Kontrbas çalıyordu. Ve tam ortasında ışık vardı. Hiç kimsenin görmediğini düşündü, damla. Muhtemelen hiç kimse görmüyordu ışığı. Müzik, orayı dolduruyor, ruhları dolduruyor ve hâtta sarhoş ediyordu. Ama damla, sadece ışığı görüyordu, kontrbastaki ışığı... İnanılmaz bir hızla akıyordu her şey. Mülklerin efendisi, kimsesizlerin bekçisi, yalnızların sorgucu... o ve hepsi... Sesler ötelerden geliyordu. Müzik tam ruhundan geliyordu. Çok farklı bir andı o an: hem duyduğu, hem yaşadığı, hem hissettiği, hem ağladığı ve idrak ettiği çok farklı bir an...
Herkes alkışladı. Ve damla alkışları bile duymadı.
Çok garip ve bütün kavramlardan ırak bir kavramdı bu; Kavramsızlık! Kavramsızlığın içine akarak su zerresi olduğu zamanlara döndü. Yaşamı duyumsadı sadece ve sadece yaşamı duyumsadı. Bir an sessizlik oldu gün ve gece... Sonra çok hızla bir müzik ile geldi seslilik... Şimdi sonsuzlukta uçuyordu. Ve sadece müzikti: bir nota, bir vuruş, bir dokunuş, bir duyuş...
Damla, sade bir sonsuzluktaki boşlukta uçuyordu. İçinde hissettiği inanılmaz bir var oluş ve aynı zamanda hiç bilmediği ve tanımadığı bir yok oluştu. Direndi ilkin, her var oluş gibi... Sonra ansızın kendini kapıp koy verdi yok olmuşluğa. Yok olmuşluğun diğer namıyla hiç yokluğun mucizevi baş kaldırışı ile bütünleşti. Ve sanki, yeniden ve yeniden var oldu; ama bilinmeyene...