Jane Eyre, ürpertici, fantastik ve doğaüstü öyküyü anlatan Gotik Roman geleneğine ait olan bir eserdir. Horace Walpole, M. G. Lewis ve Ann Radclif bu edebi türün örnekleri arasında yer alıyordu. Jane Eyre, Gotik Roman geleneğinde olduğu gibi bir belirsizlik içermektedir, ancak talihsiz ama galip Jane’in anlatıcılığıyla okuyucuyu cesaretlendirerek bu belirsizlikten uzaklaştırmaya başlar. Jane Eyre’de sembollerin sık olarak kullanımı, içeriğine bir de şiirsel güç katar. Örneğin, Bertha’nın duvağındaki gözyaşı, Rochester’ın hem gerçek karısına hem de nişanlısı Jane’e ihanetini sembolize eder. Bir süre sonra roman, kaba tavırlı olan ve güçlü iradeli bir kadını tanımlamak için eleştirilmiştir, ancak 19. yy. İngiltere’sinde kadın yaşantısının açığa vurulması, bu dönemde büyük bir ilgiye konu olmuştur.
Jane Eyre, aynı zamanda Victoria döneminde İngiltere’deki *Ortalama* bir kadının hayatını gösteren önemli bir romandır. Jane, bu anlamda kendisinin *Kötü İkizi* olarak düşünülen Bertha ile çelişir. Bertha’da Jane’in gençlik yıllarında baskıcı ailesi tarafından gördüğü baskı ve ihmalkârlıkla *Garip Bölge* denilen yere kapatılarak delirmiştir. Her iki kadın da tutsaklığı ve isyanı tecrübe etmiştir, ancak Bertha ölmelidir (Emperyalist Victoria romanına göre). Jane, oyunu toplum kurallarına göre oynamayı öğrenmiştir ve rahat bir yaşamı hak etmiştir.