Izgara 1990’ların en özgün polisiye yazarının kaleminden çıkmış bir multi-meda romanı. Bilgisayarlarla donatılmış "akıllı" bir binanın bir öldürme makinasına dönüşümünün öyküsünü anlatıyor. Mimarlar çağdaş mimarlık teknolojisinin en yetkin binasını tasarlıyor, ona kendine özgü bir beyin armağan ediyorlar. O da bu beyni kullanıyor. Ama bu beyin soğuk teknolojinin ürkütücü ve baş edilmez beyni. Sonunda kendi yaratıcısıyla bir güç oyununa giriyor. İnsan ile bilgisayar arasında otuz altı saat süren bir satranç oyunu. Kasparov’unkinden farklı olarak ölümüne oynanan bir oyun. Roman belki teknoloji korkusunu haklı çıkarır gibi görünüyor ama asıl konu güç, gücün ne tehlikeli bir oyuncak olduğu. Romanın başka bir ilginç yanı da bir tekno-polisiye olmanın ötesine geçmesi, Hıristiyanlık mitolojisine göndermelerle insanın yeryüzündeki varoluşu için yeni ve çağdaş bir mitoloji üretmesi. Gelecekçi ögelerle tanıdık ögeleri dengeleyerek son derece inandırıcı olmayı başarması. Bu soluk kesici, korkutucu cinayet romanını okuduktan sonra bilgisayarlara karşı duygularınız değişir mi, değişmez mi bilinmez? Ama "akıllı" binadan sağ kurtulmaya çalışan bir roman kahramanının bu dehşet verici binadan kurtulduktan sonra "küçük bir yerde, tek akıllı binanın kütüphane olduğu" bir kasabada yaşama isteğini çok iyi anlayacaksınız.