Bu eser pagan bir baba ile koyu Katolik bir ananın ocağında yetişen ve kendisini bildiği yaştan itibaren Tanrı’yı arayan, nihayet Milano’daki bahçesinde duyduğu bir sesle irkilip O’nu gönlünde keşfeden bir düşünürün tövbesidir; Tanrı’yı bulmadan önceki yaşantısında kendisini günahkâr olarak nitelendiren, Tanrı’yı bulduktan sonraki yaşamında hafızasına üşüşen bütün günahlarını itiraf ederek arınan ölüme yazgılı bir insanın, ölümsüzlük karşısında bütün acizliğiyle boyun eğişi ve ruhani kata yükselerek yeniden dirilişidir.
Bu eser hakikati ararken düştüğü dünyanın kaynar kazanında debelenip duran, kimi zaman Manicilerin, kimi zaman Cicero’nun, kimi zaman Platon’un, kimi zaman Şüphecilerin öğretilerine dalan, ama hiçbirinde kaygılarına şifa bulamayan kıpır kıpır bir ruhun sessiz çığlığıdır.
Augustinus’un kendi dilinden bir özyaşam hikâyesi sayılan bu eser baştan sona okunup anlaşılmadıkça Hıristiyanlığın ve Batı felsefesinin en önemli şahsiyetlerinden biri olan Augustinus üzerine her okuma ya da her çalışma
yarım kalacaktır.