İspanya`yı inim inim inleten Franko`nun Kasın 1975`te ölümü üzerine, İspanya`nın üstündeki ölü toprağı kalktı. Kısa bir süre içinde diktatörlükten burjuva demokrasisinin Avrupai tipine geçildi. Mumyalaştırılmış siyasi yapıdan capcanlı bir siyasi atmosfer doğdu. Bütün siyasi partiler çalışma olanağı buldu. Diktatörlük yıllarındaki kutuplaşma; yerini diyalog, tartışma ve sorunları çözme alışkanlığına bıraktı.
Siyasi hayat canlanırken, İspanyol Krallığı`nda o güne kadar kültürel istekleri bile baskı altında tutulan "tarihi halklar"a, Basklılara, Katalanlara, Galiçyalılara ve onlarla birlikte diğerlerine de özerklik tanındı. Böylece Krallık ismini unutturan federal bir yapıyı benimsenerek, İspanya`da 17 "özerk topluluk" yaratıldı. Birçok konuda federe devletlerin bile sahip olmadığı yetkilerle donatılan özerk topluluklar (comunida autonama ), öyle bir büyüme ve kalkınma hızı kazandılar ki, bundan ticareti, sanayisi ve tarım ile diktatörün yükü altında ezilen İspanya bile yararlandı. Nitekim bugün İspanya, Avrupa Birliği`nin ekonomisi en sağlıklı devletlerden biridir. Bunda elbette özerk topluluklarının hızla kalkınma isteğinin etkisi büyük.
İspanya Krallığı Anayasası; çok dilliliği ve özerk toplulukların kendi resmi dillerini tanıdı. Böylece İspanya`nın kültürel yaşamına, çok ciddi bir canlılık katıldı. Yeni televizyon kanalları, yeni radyolar, yeni gazeteler ve iletişim araçları...
Birçok başka devlet bünyesinde saptandığı üzere, bugün artık "etnik ulus"tan "vatandaşlığa dayalı ulusa" gidiliyor. Bu açıdan İspanya örneği birçok devlet ve yöneticileri için derslerle yüklü: özellikle de "ulus" yaratmak için halklarını yitiren ulus-devlet ve yöneticilerine. Ulus- devletlerin tümüyle iflas etmesini önlemenin "ilacı", belki de "İspanyol modeli"dır: kim bilir?