İnanç hürriyeti, insana `insanlık` vasfını kazandıran ve en başta gelen temel haklardan birisidir. Aynı zamanda inanılan düşünceyi herhangi bir baskı ve şiddete başvurmadan yaymaya çalışmak da bir haktır. Elbetteki bu hakların aynı zamanda bir ödev niteliği arzettiği de dile getirilmelidir. Yani inanan insanlar, inançlarını kendileri yaşadığı gibi başkalarına anlatmakla da yükümlüdürler. Bu sorumluluk ise en anlamlı karşılığını İslam inancında bulmaktadır.
İslam dinini benimseyen bir insan çevresindeki olaylara duyarsız kalmaz. Fuhşun ve sapıklığın yayılmadığı, çıplaklığın modalaşmadığı, modernizmin makyajladığı cahiliye cemiyetlerinin popülerleşmediği, hakkın ve adaletin hakim olduğu bir dünya tesis etmek için mücadele sarfeder. Bu anlamda İslam`ın evrensel değerlerini, yozlaşmaya temayülünü bertaraf ederek, yaşamak ve yaşatmak bir müminin asli görevlerinin başında gelmektedir.