Akıl, imanın ön şartıdır; iman, içerisinde aklın vecdi olarak kendisinin ötesine ulaştığı eylemdir. Bu, onların birbirlerinde varoluşlarının başka bir yönüdür. İnsanın aklı sınırlıdır; evreni ve bizzat insanı ele alıp işlerken o, sınırlı ilişkiler içerisinde hareket eder. İnsanın, dünyasını algıladığı ve içinde dünyasını şekillendirdiği bütün kültürel aktiviteler, bu sınırlılık özelliğine sahiptir. Dolayısıyla onlar, sonsuz kaygı konusu değillerdir. Fakat akıl, kendi sınırlığıyla bağımlı değildir. O, bunun farkındadır ve bunun için de onun üzerine yükselir. İnsan, bununla birlikte, bir ‘sonsuza aidiyet’ tecrübe eder ki o sonsuz, ne kendisinin bir parçası ne de onun gücü dahilinde olan bir şeydir. Onun, insanı kavrayıp yakalaması gerekir ve eğer bunu yaparsa, o bir sonsuz kaygı konusudur demektir. İnsan sonludur, insan aklı geçici [picliminary] kaygılarda yaşar; fakat insan, kendisinin potansiyel sonsuzluğunun da farkındadır ve bu farkında oluş, onun nihai kaygısı olarak, onun imanı olarak kendini gösterir.