Gür yapraklı yemyeşil ağaçların ve altından derelerin aktığı, birçok hayvan türünün neşe içinde vakit geçirdiği, güneşin ısıttığı ancak yakmadığı bir vakitte, bir kayanın üzerinde oturmuş etrafı seyrederken buldum kendimi. Etrafta da oldukça fazla sayıda insan vardı. Bu insanlar birbirlerine hep güzel, sımsıcak bakıyorlar ve değişik bir dil konuşuyorlardı. Benim dilimden değillerdi. Anlayamıyordum ama gönlüm hissediyordu. Herkeste hep bir tebessüm, bir iş üzerinde olanların dahi zevkle çalıştığı o kadar belli ki. Kimse kimseye kötü gözle bakmıyor, herkes iç içe ancak tek bir tartışma, tek bir kavga, tek bir gürültü yok. Herkes tok. Herkes giyinik. Kimi koltukların üzerine uzanmış, kimi bir şeyler yiyip içiyor kimi de bir iş ve oluşla meşgul. Ama herkes tebessüm ediyor. Bir kelimelerini hatırlıyorum ve sürekli aynı şeyi gözlerinden yaşlar aka aka tekrarladıklarını. Mutluluk gözyaşlarıydı belli ki. ‘Yacheua’ diyorlardı. Bazen toprağa, bazen göğe, bazen birbirlerine bakarken ve bazen de gözlerini kapatmış oldukları anda, ‘Yacheua’.