Tarih boyunca tüm cinayetler, kötülükler, katliamlar, savaşlar, yıkımlar, zalimlikler, haddi aşan her türlü eylem Tanrı adına yapılmıştır. Tanrı adına insanlar katledilmiş, mazlumların, kimsesizlerin, çaresizlerin kanları; toprağı Tanrı adına sulamıştır.
Gerçekte ise insanoğlu bütün bunlarla Tanrı’ya isyan etmiş ve hatta meydan okumuştur. 17. yüzyılın sonunda Fransız Devrimi esnasında insanının kendi kendine kutsadığı yeni yönetim için kan dökmüş, katliam yapmış, büyük yıkım ve musibetlere yol açmıştır.
Devrim Fransa’sında “yurttaşların” ele geçirdiği iktidar aygıtı, Paris sokaklarında kurulan engizisyonlar, cellatlarını bitap düşürüp, vardiyalı çalıştıracak kadar yoğun bir şekilde faaliyet göstermiştir.
Fransız Devrimi kutsanmış, parıltılı ve haşmetle takdim edilirken uygulamaları ile Avrupa’yı 20 yüzyılda kasıp kavuracak faşist iktidarların da aynı zamanda ilham kaynağı olmuştur.
Devrim’in intihar gibi intikamı tüm düzeni rüzgârına kapıp dağıttığında yüzbinlerce insan suçsuz yere katledilmiştir.
Charles Dickens “İki Şehrin Hikâyesi” kitabında Paris ve Londra’nın yoksulluğunu, çaresizliğini, bedbahtlığını anlatırken hadiseleri Fransız Devrimi ekseninde ele alır ve yer yer ironik, yer yer İngiliz duyarlılığıyla ihtilali tasvir eder.