Acılar da, tıpkı ilk aşklar gibi, hep canlı durur ve asla yaşlanmazlardı.
Sararmış takvim sayfalarına sıkışmış, yürüdükçe daha bir kendini yorduğu ‘bu yol hikayesini’, en baştan, taa baştan anlatmaya başladı…
Artık her şey bir romanda altı çizilen bir satır, bir filmde dondurulan kare, bir öykünün başlangıç cümlesi, *Görülmüştür* damgalı bir mektup, bir sabah vapurunda içilen çayın demli buğusu, dönülemez akşamın ufku, doğacak günün şafağıydı…
Gazetelerde dip köşeye sıkışmış bir haber, sabah serinliğinde bir yolculuk düşü, bir aşkın gönülde sızlayan kırık, acımtırak ezgisi…
Erzurum çarşı pazardı, içinde bir kız gezerdi, elinde bir divit kalem, katlime ferman yazardı.
Bilmezlerdi oysaki, sarı gelin, suna yârim idi…