Henüz 1938 yılında kaleme alındığı halde, “oyun” kavramı üzerine yazılmış en kapsamlı ve zihin açıcı metinlerden biri olma özelliğini günümüze dek korumayı başaran Homo Ludens’in temel önermesi, insan medeniyetinin oyun içinde ve oyun olarak ortaya çıktığı, bir başka deyişle savaştan hukuka, felsefeden sanata, dilden şiire, mitten dine her türlü insan faaliyetinin temelinde oyunun yattığıdır. Huizinga’ya göre “özgür”, “gündelik hayatın dışında”, “kendine ait bir düzen inşa eden” ve “herhangi bir maddi çıkar gözetmeyen” oyun oynama edimi, tıpkı medeniyet gibi, bir yapının ve belirli sınırlar dahilinde bir şeyler yaratmaya hevesli katılımcıların varlığını gerektirir.
Homo Ludens’in, yani “oyun oynayan insan”ın medeniyete yaptığı sayısız katkının izini Platon’dan başlayıp ortaçağ, Rönesans ve modern çağ boyunca süren yazarın sunduğu zengin teorik arka plan, spordan dile, kıyafetten siyasete, destanlardan ticarete birçok farklı alandan ilgi çekici örnekle somutlaşır.
Huizinga’ya göre, yaşadığımız dönemde medeniyetin karşı karşıya olduğu yozlaşma yahut çöküşün en önemli sebeplerinden biri, insanların başlangıçta sahip oldukları o kirlenmemiş “oyuncu” ruhu yitirmiş, ideal oyunun tanımlayıcı nitelikteki “soylu” ilkelerinden uzaklaşmış olmalarıdır. Dolayısıyla insanlığın kurtuluşu, oyunun o özgürleştirici, çıkar gözetmeyen orijinal ruhuna bir kez daha kucak açmaktan geçiyor olabilir.