Oyun, kültürden eski bir kavramdır, Çünkü kültür, her ne kadar yarım yamalak tanımlanmış haliyle daima insan toplumunun varlığını gerektirse de hayvanlar insanların oyun oynamayı kendilerine öğretmelernin beklememişlerdir. Hatta insan medeniyetinin genel oyun düşüncesine esaslı hiçbir katkıda bulunmadığını rahatça öne sürebiliriz. Hayvanlar, aynen insanlar gibi oyun oynarlar. İnsan oyununun bütün temellerinin mutlu mesut sıçrayışlarında bulunduğunu görmek için sadece yavru köpekleri izlememiz yeterlidir. Birbirlerini belli tavır ve işaret merasimleriyle oyuna davet ederler. Kardeşinin kulağını ısırmayacaksın, ona zarar vermeyeceksin kuralına bağlı kalırlar. Feci halde kızgın görünürler. En önemlisi de bütün bu yaptıkları şeylerde açıkça muazzam bir eğlence ve haz yaşadıkları açıktır. Yavru köpeklerin böyle boğuşmaları hayvan oyununun basit formlarından sadece biridir. Başka, daha gelişkin formlar da bulunmaktadır. Hayranlık gösteren bir topluluk önünde yapılan düzgün karşılaşmalar ve güzel gösteriler gibi.
Burada çok önemli bir noktaya varmış bulunuyoruz. Hayvan düzeyindeki en basit formlarında dahi, oyun mutlak bir fizyolojik olgudan ya da refleksten fazlasıdır;
safi fiziksel veya biyolojik aktivitenin sınırlarınıaşar. Önemli bir fonksiyondur, yani bir mantığı vardır. Oyun içinde hayatın acil gereksinimlerine baskın gelen ve manayı eyleme katan ´´oyunda´´ kavramını barındırır. Tüm oyun bir şeyi ifade eder. Oyunun özünü oluşturan etken kaideyi ´´içgüdü´´ olarak adlandırırsak, hiçbir şey dememiş oluruz, eğer buna ´´akıl´´ veya ´´dilek´´ dersek de abartmış oluruz. Buna rağmen, oyunun tam da kendi doğasındaki manevi bir niteliği çağrıştıran bir anlam içerdiği gerçeğini göz önüne alabiliriz.