Her şey bulanık, sayfalar, renkler, insanlar, yüzler, her şey. Aynadaki buğu silindikçe yüz bir kat daha bulanık, sevmeyi inatla deneyen insan, ışığın düştüğü renk, harflerin birbirine girdiği sayfa, hepsi.
Baktığı ve gördüğü arasında bir yerde debelenip duruyor herkes. Ne gerçeği yoklamak mümkün oluyor ne de kalbi tartmak. Kendimizi bulmak istiyoruz ama çok kalabalık. Üstelik gözlerimiz bozuk değil dünya bulanık.
Bülent Yıldız, Hilkat ile Garibe romanıyla hepimizin ihtiyacı olan bir arayışa çağırıyor okuru. Üstelik oyun oynayarak, ironiden vazgeçmeden ve usul usul yapıyor bunu.
*Her şeyi bilen olarak hayata gözlerini açan insan, her şeyi unutan olarak hayata gözlerini kapar. Doğarken ruhumuzda, benliğimizde ve genlerimizde olan bilgileri, sesleri ve nefesleri yaşlılığa doğru yol aldığımızda birer birer düşürüp arkamızda bırakır, sonra arkamızda bıraktıklarımızı da unutup kaybeder, her şeyken hiçe doğru devriliriz. İşte düşürüp kaybettiğimiz o şeyleri adına hayat denilen tuhaf şey alır, bağırsaklarında öğütüp kendine ait kılar ve sonra karşımıza zaman olarak çıkarıp onu da bize karşı kullanır. Aslında başlangıçta bir hiçtir hayat. Ama bizden çaldıklarıyla bir anda her şey oluverir.*