Orhan Keskintaş, Batı’nın psikanaliz ve dilbilim çalışmalarından hareketle hikayenin geleneksel toplumlardaki oynadığı role odaklanıyor. Yazara göre hikayede etik ve estetik olmak üzere iki temek siyaset bulunur. Etik siyaset, başkasıyla kurulan ilişkidir. Yasayla kendini bulan etik siyaset bir şiddet kipi içerir. Yasanın kendisi, önce komşuyu ve sınırları var eder; sonra, başka ile ben arasına hak kavramını koyar. Etik siyaset, farkı açığa çıkarır, onu siyasetin konusu yapar. Hikayenin, olağanüstü dünya kavrayışı içinde etik siyaset, her anlatıda değişen ben’in sürekli başkasıyla ilişkisidir. Hikaye içinde empati, etik siyaseti temellendirir. Çünkü, “yasa (hep) bir hikaye talep eder.”
Keskintaş, kitapta güzele dair düşüncenin hikayede nasıl bir estetik siyaset ürettiğini anlamaya çalışır. Estetik siyaset, varlıkların saf temaşada kavranmasıdır. Wittgenstein’ın dediği gibi, ebedi bakış ile ancak varlıklar birlik olarak algılanabilir. Birlik ve bütünleşme; bilinçdışının temel talebidir, ölümle baş etme yoludur. Estetik bundan dolayı güzel karşısında kendini kaybeder. Estetik siyaset, emin olmanın ürettiği saf etiğe dayanır. Yasasız ve şiddetsizdir; ahlaki ilkenin farklara dayalı dünyasını aşmaya çalışır ve her şeyi birlik halinde görür. Desenlerdeki boşluk ile doluluğun yüzeyi var etmesinde olduğu gibi, varmış ve yokmuşu da birliğin kurulması için eş zamanda kavrar. Yasanın ihtiyaç duyduğu öykünün (Blanchot) sınırını hikaye, varmış ve yokmuşu eşitleyerek aşar. Böylece şiddet içeren yasayı iptal eder ve kendini sadece birlik ve sessizliğe bırakır.