Öyle durdu, düşünmeye başladı. Anne ve babasını öldüren Rum eşkıyalar geldi aklına. Dün birinin daha işini bitirmiş, atı da geri almıştı fakat akıbetini bilmediği kız kardeşi Hilal’in izini bulamamıştı. Hilal ne zaman aklına gelse, karın boşluğundaki şarapnel yarasıyla birlikte içinde bir yerlerin de sızladığını hissediyordu. Sonra akordiyonun tuşlarına dokundu. Annesinin sevdiği bu hüzünlü melodiyi bütün köy duysun istiyordu. Öyle içten çalıyordu ki, Kamer at ve diğerleri için çalarken bile bu kadar duygulanmamıştı. Akordiyon sesini duyan köylüler kapılara çıkarak onu dinliyor, hiç bitmesin istiyorlardı.
Yakın tarihimizde eksik kalan bir romanla okurların karşısına çıkıyor Ahmet Kara. Harşit Çayı gibi gürül gürül akarak ablasının izini süren Şamil Çavuş’un hikâyesini ve Karadeniz’de Pontus devleti kurma hayalleri içindeki çeteleri anlatıyor bize. Kabardey cinsi atların sağrısında hilal damgası, kahramanımızın elinde akordiyon, dilinde kaçırılan her at için bir şarkı. Düşmanları göğsünden vuruyor, kalbin olduğu, ihanetin doğduğu yerden. Çayırlarda pervane gibi dönen taylar koşuyor. Dorusu, yağızı, kırı…