Bir Zeki Müren sesinde mesela, *Mesut Bahtiyar’dan şarkılar dinlediniz* dediği zaman gözlerimiz nemleniyor olabilir mi?
Veya Şenay, *Şu dünyadaki en mutlu kişi, mutluluk verendir* diye süzülse kalbimize, içimizdeki küs çocuk duyup da gelir mi dersiniz?
Özlediğimiz kokular sonra... Leylak, lavanta, naftalin, tütün kolonyası, az önce mangal ateşinden alınmış bir fincan kahve, taze biçilmiş çimen, turşu suyu, tavada kızaran köfte, mis gibi arap sabunu, nane yaprağı, kıyılmış dereotu, eski bir kitabın sayfaları...
Ya da sayfaları sararmış bir mektup mesela, bir dizecik şiir, bir kenarı oyalı mendil, bir gözlük, bir kalem, bir tespih, bir anı, geçmişe sizi sevgiyle sımsıkı, güvenle bağlayan...
İçinizdeki o çocuk, kaygılara boğulup duvarlara çarpa çarpa *Beni eve götür* diye bağırdığı zaman işte gideceğiniz güvenli yuva orası.
Bir nefesle dünyaya geldik, bir nefesle de gideceğiz. O iki nefes arasındaki süreyi kâbusa mı çeviriyoruz, yoksa şölen gibi mi yaşıyoruz, aslında bizim elimizde.
Herkes yaşamasına yaşar, ölmesine ölür de, kalpten kalbe akışmak her babayiğidin harcı değil.
Onu bir denesek mi?
Ne de olsa yol da burası, ev de burası.