Eski bir fotoğraf karesi gibi renkleri solmaya yüz tutmuş bir dolu yaşanmışlık... Konuşmalar, gülüşmeler çizik bir bant kaydı kadar cızırtılı, belli belirsiz bir unutkanlık, bir korku hali, bir tereddütler yığını yaşanmışlıkların ardından yaşanacakların beklentisi. Bir adım sonrasında ne olacağının bilinmezliği içinde telaşlar başlıyor geçen yılların ardından. Bunca yaşanmış şeyin ‘an’ kadar bile yer tutmadığını gördüğümüz ömrümüzde, miyadını dolduran her anı, bizi yenileriyle tanıştırmak üzere çekiliyor hayatımızdan, görevini tamamlamış bir anka gibi. Yeniler, eski yaşanmışlıkların küllerinden mi doğuyor bilinmez ama eskilerin izi hep bizimle kalıyor galiba...
Ve insan, yine de bir mucize bekliyor bazen. Her şerrin ardında var olduğunun öğretildiği hayrı bir an önce görmek istiyor belki. Sabrı tükenmekte olan vicdanda kasırgalar kopuyor. ‘İsyan’ hiçbir dini öğretide yeri olmasa da ‘insan’ı ele geçiriyor. Kapkara toprakta bir gül bitiyor sonra.
Kırmızı…
Tek bir gül.
Bütün hüznü yırtıp atarcasına kurak çalılıkların ortasında boy veriyor. Minnetsiz var oluşu hatırlatıyor.
İnsan, sabırsızlığından utanıyor.