“Bir kadın olabilir miydi? Kadın olmak yine bir şeydi. Öncelikle bir şey olması gerekiyordu. Kadın olamayacak kadar yoktu. Hiç olmaya çalışan bir yokluktu onunki. Tek bir organın yokluğunu düşünebilecek kadar varsıl değildi.”
harf ve et anıların sadakatinden şüphe ettikçe, anların gerçekliğini ve anlamını sorgulamaya başlayan, anlara da, onların peşine de eşlik eden, yargıladığı sözcüklerden kaçınamayarak dile mahpus, bunu ifade için de yine de dile mahkûm olan, fırlatıldığı dünyada yadırgı bir beden, bir ruh -aynı zamanda nesne ve eylem- olarak dünyaya gözlerini açıyor. Yaşamak’ı düşünen, düşünmek’i yaşayan bir kendi kendine konuşma, söylenme; bu söylenişte kimi zaman nesneler-duyular-eylemler dünyasında denenen zihin, kimi zaman da zihnin kanallarında denenen nesneler-duyular-eylemler dünyası. Varlığın zamanda ve uzamda olmaklığını vehimler, yarılmalar eşliğinde bir araştırma, belirli bir mesafeden hem de: Öfkeli ama bağırgan değil, azarlayıcı ama fısıltısı daha fazla… İşi çıldırmağa vardırmayan bir sayrılık halinin dili, kendine özgü bir dil. Belki de bir gölgenin eşiğinde persona dağılmakta yahut söndürülmekte.