“Toparlayıp yamalanacak bir tarafım kalmamıştı belki de. Her gün doğarak yinelenen güne bağladım kendimi. Dört tarafı demirlerle kaplı kafesteyim, her şeyi görüyor fakat ulaşamıyorum. İnsanlarla örülü demirleri yıkmaya hangi güç kabil, mutsuz memnuniyetsiz mahlûklardan kurtulmaya hangi güç kabil?”
İnsanın omuzlarındaki anılar yüküyle şekillenir geçmiş. Kimi zaman bir özlem kimi zaman bir sitem ama her daim bir hikâye saklar içinde. Geçmişin satır aralarındaki hikâyelerle insan değişir, dönüşür, her değişimde daha da yakınlaşır anılarına.
Artin… Güzeşte’de anımsadığı anılarında gezinirken bir nevi insanlarla da yüzleşir. Kökleriyle bugünün arasına sıkışan duygularını, kırılma noktalarını ve yeniden inşa edilen bağlarını dillendirirken kendisiyle karşılaşır sıklıkla. Belki de bu ona iyi gelmeyecekti fakat oraya, o anılara gitmesi gerekliydi, yürüyeceği yolun sonuna ulaşmak için yüklerini hafifletmek istediğinde.
Geçmişin sadece bir hatıra değil, geleceğe ışık tutan bir rehber olduğunu fısıldar, Neslihan Akkuş’un ilk romanı Güzeşte.