Derin dehlizlerin dibinde, elleri cebinde,
İstanbul ikiye yarılmış ortasından geçiyordu.
Duygusuzluğun doruğundaydı.
Dondurucudan çıkmış et gibiydi, her adımında İstanbul sallanıyor, ayaklarının sesi yankılanıyordu.
Bu yarık prangaydı, sağlı sollu sarmıştı.
Kemikten ibaretti, kemirilecek her zerresi kemirilmişti.
Galata Köprüsü`nden geçmiş tektekçinin önünde durmuş sonra içmekten vazgeçmişti.
İçinden bu yara bu suyla sönmez demişti.
Kimseye görünmeden saatlerce yağmurun altında kalıp ıslanmış bir kedi gibi evin bir köşesine büzüşmüş, iki gündür uykusuz kaldığı için uyumuştu.
Gecenin bir yarısında titremeyle uyandı, zor bela üstündeki ıslak çamaşırları çıkardı.
Yatağına uyuşmuş bir şekilde sürünerek uzandı.