“Adamın biri ölmüş,” dedi Sam, “ve kendisini dünyanın en güzel alabalık nehrinin kenarında bulmuş. Gökyüzü masmaviymiş ve adamın elinde en kalitelisinden bir de olta duruyormuş. Önünde bir nehir uzanıyormuş, mükemmel bir alabalık ırmağı, kimi yerde hızlı, kimi yerde yavaş akan bir su kütlesi. Adam bütün ömrü boyunca ‘ah balık tutacak biraz vaktim olsa,’ der dururmuş meğer. Cennet’te olduğunu düşünmüş. Nehre bir bakmış, dönen bir yer var, bir balık böcek için sıçramış. Tam olması gereken yere oltayı atmış, anında su dalgalanmış, kocaman bir balık suyun yüzüne çıkmış. Sıçradıkça etrafında sular dalgalanıyormuş. Balığın kuvveti ve rengarenk görüntüsü adamı korkuyla karışık bir hayranlığa sürüklemiş. Biraz mücadeleden sonra balığı yakalamış ve yere uzatmış. Herhalde 5-6 kg. varmış! Renkleri de ne kadar canlıymış. Balığı orada bırakıp yeniden nehre dönmüş. Yine balığın biri, bir böcek için havaya sıçramış. Adam yine tam isabetli bir olta atmış. Yine çok güzel başka bir balık yakalamış. Bu bir mucizeden başka bir şey değilmiş. Adam Allah’a şükretmek için dizleri üzerine çökmüş. Lâkin gün ilerleyip de adam her girişiminin sonunda balık üstüne balık destelemeye başlayınca, bilincinin kıyıcığından bir düşünce kendini hissettirmeye başlamış. Bir defa da bilerek kötü bir olta sallamaya karar vermiş. Aynı şekilde yine bir balık sıçramış ve adamın oltasına yakalanmış. Adam balığı korkutmak için başlamış bağırmaya ve üstüne su atmaya. Hiçbir şey fark etmemiş, her olta atışı garanti bir balık getiriyormuş. O anda anlamış ki, orası Cennet falan değil.”