“...Yaşlı kız Michonneau’nun yorgun gözleri üzerinde Acıma Meleğini bile dehşete düşürecek, pirinç telle çevrili yeşil taf¬tadan, kir pas içinde bir siperlik vardı. Püskülleri seyrekleş¬mişti, ağlamaklı şalının örttüğü bölümler öylesine köşeliydi ki, sanki bir iskeleti örterdi. Kadınsı biçimlerini hangi asit eritip bitirmişti? Bir zamanlar güzel olsa gerekti: Kötü alış-kanlıklar mı, üzüntü mü, açgözlülük mü? Çok mu sevmişti, çöpçatanlık mı etmişti, yoksa yalnızca bedenini satarak mı geçinmişti? Hazların ayakları dibine atıldığı, pervasız bir gençliğin yengilerinin cezasını mı çekiyordu bu görenleri kaçıran yaşlılıkla? Renksiz bakışı insanı dondurur, bir deri bir kemik kalmış yüzü ürkütürdü. Kışa doğru çalılıklarda bağıran bir ağustosböceğinin ötüşünü andıran, cırtlak bir sesi vardı. Beş parasız olduğunu sanan çocuklarınca bırakılmış olduğunu söyleyen, sürekli biçimde nezleli bir yaşlı beye baktığını söylerdi. Bu ihtiyar yaşadığı sürece yararlanılmak üzere, yılda bin frank akar bırakmıştı kendisine, mirasçılar arada bir bunu tartışma konusu ederler, ona iftiralar atarlardı. Yüzü tutkuların etkisi altında harap olmuştu fakat bir aklık, bir ten güzelliği kalıntıları da yok değildi, bedeninde de bazı güzellik kalıntıları bulunabileceğini düşündürürdü bunlar...”