Salih Öztürk `ün romanları kendini kolay ele veren, bir çırpıda okunup anlaşılacak metinler değil. Yazar, dilin gündelik kullanım olanaklarını genişleterek yeni, özgün bir biçem kuruyor kendine. İmgesel, çağrışım değeri yüksek, şiirsel, yer yer masalsı bu dile, anlatı içinde anlatı tekniği de eklenince katmanlı, okuru kurguya dâhil eden, her okumada yeni anlam evrenlerine ulaşılan, çok sesli metinler çıkıyor ortaya. Değişen anlatıcılar, anlatıcılara göre biçimlenen bakış açıları, mekân ve zaman çeşitliliği kurguya zenginlik katıyor, anlatıyı hareketlendiriyor. Okur kurguya kapılıp gitmiyor, okudukları ile savrulmuyor; metne belirli bir mesafede kalıp sorgulamalar yapıyor, neden sonuç ilişkileri kuruyor, kendi duvarlarına çarpıp parçalanıyor, sonra toparlanıp daha güçlü devam ediyor yolculuğuna.
Bir göçek için göç, bir yanıyla umut diğer yanıyla yalnızlık, ayrılık, korku, kaygı, özlem ve köksüzlüktür. Kimi de ölüm. Salih Öztürk pek çok göç halini birbiriyle bağlantılı olarak işliyor GÖÇEK`te. Güven vermeyen, kaygı uyandıran sevgiliden göç, otoriter, bilmiş, her şeyi belirlemek isteyen, oğluna nefes alacak boşluklar bırakmayan babadan göç, oğulun kendi içinde yaşadığı duygusal ve düşünsel göç, kavuşulamayan bir aşkın etkisi ile aklın göçü, savaş nedeniyle göç, ölüme göç, bir canlının bedenden bedene göçü...
Umut, masumiyet, dayanışma, kaygı, korku, acı, ayrılık, ötekilik, şiddet ve ölüm acısı farklı karakterlerin öyküleri ile birbirine bağlanarak okura çok yönlü ve zengin bir okuma deneyimi sunuyor.