Elinizdeki roman, kurguyla gerçeğin köprüsünde, maceranın ve gerilimin gölgesinde, sevda sözlerinin derlendiği bir anlatı.
Ahmet Can Buğday, yakın dönem Türkiye panoramasını işaretliyor kalemiyle. Alper ve Özlem’in kişisel tarihleri üzerinden gizemli dünyanın zor ve bir o kadar da şaşırtıcı taraflarını buluşturuyor okurla, tıpkı insan denen meçhulün imkânsız yanları gibi.
Sayfaları çevirdikçe devletin kodlarına işlenen idealleri göreceksiniz. Çelişkili, güvenilmez, yanıltıcı fakat doğru zaman parçalarından yapılmış evin içinde, yani Türkiye’nin koridorlarında gezineceksiniz. Evet ‘geçmişte kim olduğunu bilmek istiyorsan şu an kim olduğuna, kim olacağını bilmek istiyorsan ne yaptığına bak’ diye söylenmiş kadim ve bilge söz, kurgunun manzarasını izah ediyor anlam derinliğinde.
Sadece dededen değili atalardan kalma bir tereke Gizli Miras, herkesin payı olan ama hiç kimsenin hakkı olmayan.
‘’Âna dair her şeye karşı mühürlenmişti. Dakikalar sonra rüzgârın etkisiyle Kandilli kıyılarından işitilen sesler kadar derinden gelen ve bir adım uzağında duran kadının sesi mührü paramparça etti. Mührü kıran ses o kadar güçlüydü ki kadının dudaklarından defalarca dökülen o isme kayıtsız kalamadı.’’