“Hayat, sevdaya düşmekten daha zordur. Kulağında şarkılar, kafanda sorular, ciğerinde soğuk hava döner durur. Hep bir şeylere mecbursundur, hastalıkla boğuşursun, çekip gitmek varken kalırsın, bakarsın kalbine yara bere, aynadaki suretin yorgun!
Elinden kayıp giden zamanın, dilinden çıkaramadığın sözlerin vardır. Bir hikayede yer edinirsin kendine. Sonra geçer, herkes gibi, her şey gibi geçer. Gider.
Ve sen kendine sarılırsın.
Bunu gösteremezsin kimseye, yıkılmamak üzerine bir misyon yüklenirsin. Geceyi beklersin. Geceyle beslenirsin. Bazen basit şeylerdir istediklerin, televizyon karşısında uyuyup kaldığında üzerinin örtüleceğini bilmek gibi.
Sonra bu da geçer. Tarif edemeyeceğin kadar derinlerinden gelen çığlık yükselir, boş sayfaları doldurur. Senin hikâyen, benim hikâyem, bizim hikâyemiz olur, hayatı kendine katık eder, parça parça anılar birikir. Nefes aldığını hissedersin, o nefes seni gün boyu idare eder.
Hiçbir şeyin öyküleri, her şeyin nedeni oluverir.
İşte böyledir benim de yazarak yokoluşum ve doğuracak başka kimsem olmayınca başlar anlatacaklarım.
‘Çocuklarım büyümüştü, artık kime hikâye anlatacağımı bilmiyordum,’ der Umberto Eco.
Ey Okur. Hep gidilecek bir yer vardır ve bir türlü gidemiyormuşum, hep kendimi arıyormuşum duygusunu atlatmak için yazdığım bu öyküler içinde dilerim kaybolursun.
Gelsin gece, yine, yeniden, başka başka hikâyelerde buluşuruz yine.”