Gözü yaşlı bir ülkenin, güneyine kıvrılmış bir semtte bunları yazarken, ertelediğim anlar oldu. Sümbül kokusu sinmiş sokaklarda, ellerim ceplerimde yürümeyi özledim örneğin. Şarkılar mırıldanarak yürümeye gidiyorum. Öyküler takılacak ayağıma biliyorum. Yeni isimler girecek hayatıma. Yeni yüzler… Yeni anıları ile birlikte. Ben ise, yeni sayfalara yazmaya başlayacağım. Uzaklara dalan gözlerimin, ufka çizdiği düşleri anlatacağım. Yazmak bu nedenle iyi geliyor.
Gönül çekmecesinde biriken izlerin, şiire dönüştüğü vakitlerde, o sayfaların birer dost olduğunu anladığınızda, yazmak nefes almak gibi geliyor. Üçüncü kitabım, “Gelincik Düşü’’ şirazesi dağılan günlerimin uzun gölgesidir. Aslı bende saklı olan suretini, anlatacak heceler bulamadım. Ellerimdeki mürekkep izlerine benzemiyor, hayattaki izler. Sadece yaşanıyor. Bunların hepsini anlatmaya kalkmak meşakkatli iş. Bu yüzden çoğu kez şu cümleyi kullanırız ya; yazsam roman olur. Yazılmıyor işte her şey…