Fakir Baykurt, öykülerinde köy yaşamının sertliği, yoksulluk, cahillik, taassup, batıl inanç, sömürü gibi sorunları ele alarak köylünün maddi ve manevi dünyasını toplumsalcı ve gerçekçi bir bakıştan işliyor. Gözlemlerden, canlı tanıklıklardan yola çıkan yazar, günlük konuşma dilini öyküye taşıyarak zaman zaman mizahi bir dil kullanıyor; bürokrasinin çarkları arasında sıkışan ama içinde de bir umudu barındıran “sıradan insanı”, yaşadığı yerin atmosferiyle birlikte çarpıcı bir biçimde betimliyor.
İlk basımı 1982’de yapılan Gece Vardiyası’nı yeniden okurla buluşturuyoruz:
Altı yaralının en ağırıydı Bektaş. Köylüsü Muharrem, bir anda gitmişti. On dört yıldır yan yana çalışıyorlardı. Ama araları yoktu. Politik görüşleri uyuşmadığı için sık sık tartışıyorlardı. Tartışmaları kavgaya dönüyordu. Şöyle böyle derken Almanya’da on yedi yılları geçip gitmişti. Bir süre içinde Muharrem’in Allaha inancı artmıştı. Namaza abdese daha çok dikkat eder olmuştu. Karılarını, çocuklarını getirmeden önce Bekâr İşçiler Heimi’nde bir odada ancak dört ay kalabildiler birlikte. Ayrıldılar. Muharrem Bektaş’a, “Koyu solcusun!..” diyordu. Bektaş da ona, “Yıllardır ocaklarda çalıştığın için kafan kömürlenmiş, işlemiyor!..” diye karşılık veriyordu. İlişkileri gün geçtikçe serteliyordu.
Baygındı şimdi. Bilincinin derinlerinde bir yerlere takılıp kalmıştı. O anda ayılsa, kafasında kazanın oluş biçimini bulurdu mutlaka. Bin metre kalınlıktaki yerkabuğunun olanca ağırlığı “Hışşştaaaak!..” diye çöküvermişti açmanın ucunda. Yaşadığı sürece acılı bir resim gibi kalacaktı o sahne kafasında. Gaz tenekesi büyüklüğünde bir kaya, Albert Hartwick’in başının yarısını alıp geçmişti. Kaya parçası, beynin kalan yarısını da yoğurt dolu bir tası oyar gibi oymuştu. Eğer yaşarsa Bektaş, bu görünümü anımsayıp cinnetler geçirecekti. Köylüsü Muharrem’in sadece sağ kolu kalmıştı dışarda. Dindar gövdesini kayalar saniyede yamyassı etmişti.