Tükendi
Stok AlarmıModern siyasi müesseselerin temelini oluşturan insan hakları ve milli egemenlik gibi kavramların dünya siyaset sahnesinde ilk kez geniş ve etkili bir şekilde yer bulabilmeleri ancak 1789 sonrasında mümkün olabildi. Muafiyetler ve yükümlülükler açısından büyük farklara sahip muhtelif sınıflara ve bunlara dayanan kurumsal yapılara savaş açan Fransız İhtilali, insanların eşit ve özgür olduklarını ortaya koydu. Her türlü egemenliğin esas itibariyle millete ait olduğu ve kanunun genel iradenin ifadesinden başka bir şey olmadığı *İnsan ve Vatandaş Hakları Beyannamesi*yle ilan edildi. Fransızlar, Avrupa medeniyetinin dayandığı tanrı vergisi hiyerarşik sosyal ve siyasi ilkelere karşı mücadele veriyorlardı. Halkın bir kesiminin değil tamamının haklarını, kralın değil milletin egemenliğini savunuyorlardı. Bunu sadece kendileri için değil, tüm insanlık adına yaptıklarını söylüyorlardı. Özgürlük ve eşitlik tüm insanların sahip olması gereken temel haklardı.
Elbette bunlar, temel haklardan mahrum insanlar nazarında oldukça doğru ve cazip görünen ilkelerdi. Ancak bu ilkelerin Avrupa’nın aristokratik çevrelerinde tepkiyle karşılanmaması çok iyimser bir yaklaşım olurdu. Tüm Avrupa ve dünyada reformcu düşüncelerin hayat bulabilmesi için uzun ve çetin bir mücadelenin yapılması gerektiği açıktı. Fransız halkı statüye dayanan siyasi sistemlerini değiştirmeyi başarmışlardı. Ancak bundan sonrası belki daha da zordu. Zira asıl önemli olan İhtilal’in kazanımlarını buna direnç gösterecek dış çevrelere karşı muhafaza edebilmekti. Bunun yolu ise İhtilal’in ilkelerinin Avrupa ülkeleri tarafından benimsenmesinden geçiyordu. Yaptıkları mücadelede kendilerini yalnız hisseden Fransızların duygudaşlık bekledikleri ilk ülke ise şüphesiz Britanya’ydı.