‘Aşk bir devrimse, aşkın olmadığı tensellik de karşıdevrimdir’ diye devam ettim. Sözcükler yayından çıkmış hedefine ilerleyen ok gibiydiler.
Nilay’ın gülümseyen yüzü karşımdaydı, bu sözleri ona söylüyor gibiydim. Marguerite’in yüzü Nilay’ın gülümseyen yüzünün ardında kalıyordu. Başka bir yüz gelmiyordu gözlerimin önüne. Nilay’a duyduğum, bir ses sanatçısına duyulan hayranlık mıydı? Oysa Marguerite’in yüzünü avuçlarımın arasına almış, dolgun dudaklarının tadını almıştım. Marguerite’i teniyle de tanımış, bir kâşif gibi bütün bölgelerini keşfetmiştim.
Aşk neredeydi? Marguerite’e âşık değildim. Marguerite duyduğum tensel zevk, yağmur gibi miydi, ıslanmıştım ve sonra kurumuştum. Marguerite’i incittim, aşka ilişkin her sözüm inandırıcılığını yitirdi. Söylediklerime ben de inanmıyorum.