Tükendi
Stok AlarmıHobbes büyük İngiliz ‘felsefecisi’dir. Şu nedenlerle: 1. Avrupa’da düşünen her insanın despotizme başkaldırmaya başladığı bir dönemde, Kralların Saltık Yetkeciliğini savunmayı sürdürmüştür. 2. Yalnızca cisimsel/özdeksel şeylerin varlığını kabul ederek ve aynı zamanda Tanrının varlığını da kabul ederek, Tanrının da cisimsel olduğunu ileri sürmüştür. 3. Yine, insan ruhu da ‘doğal bir cisim’ olduğuna göre, insan tutkularından doğan sonuçların irdelenişini, ‘törebilim’ dediği şeyi, ‘fiziğin’ bir alt dalı olarak görmüştür. 4. Uslamlamayı yalnızca ADların bir "dir" koşacı yoluyla bitiştirilmesi olarak, bir hesaplama işlemi (toplama ve çıkarma) olarak görmüştür. 5. İlk gerçeklikleri (belitler) AD’ları saptayanlar tarafından keyfi olarak belirlenen şeyler olarak görmüştür. Hobbes ile modern Avrupa’da yeni bir ‘felsefe’ tarihi başlar. Locke da bir ‘felsefeci’ idi. Felsefenin a priori doğasını reddetti. Tüm bilgeliğini beş duyularına borçlu olduğuna, kavramlarının boş bir tablet olan anlığı üzerine duyuları aracılığıyla basıldıklarına inandı. Ve her nasılsa bu yolda üretilen evrensellerin (adsal özlerin) hiç kuşkusuz şeylerin kendilerinin (olgusal özler) değil ama düşüncelerin ve sözcüklerin bir yüklemi olduğunu, bilginin gerçek varlık ile ilgisiz ve yalnızca düşüncelerimiz arasındaki ilişki olduğunu, "deneysel felsefe"de tanıtlama ya da gerçekliğin söz konusu olmadığını, doğal bilimin hiçbir zaman bir bilim olamayacağını, dahası "pekala kendi varlığımızdan da kuşku duyabileceğimizi" belirtti. Ne Platon’dan ne de Aristoteles’ten, ne de modern Descartes’tan felsefe üzerine hiçbirşey öğrenemeyen Locke ‘düşünce’ tarihinde barbarlığın da söz hakkı olduğunu gösterdi. Ve İngiliz Görgücülüğünün anamalcılık ile, sömürgecilik ile, kölecilik ve kitle kıyımları ile en iyi bağdaşan entellektüel yapı olduğunu sözü ve eylemiyle tanıtladı. 17’nci yüzyılda "Carolina’nın Temel Anayasası" (The Fundamental Constitutions of Carolina) için taslağın yazarı John Locke’dur. Bu anayasa-bir özgürlük kurumu olsa da- kölelik kurumunu kabul eder ve korur. Hıristiyanlığın kölecilik ile bağdaşmadığı söylense de, Locke’un yazdığı anayasa kölelerin Hıristiyanlığa dönmelerine karşın köleliklerinin sona ermesine izin vermez. Locke modern Batı bilincinin doğal saydığı bu tür ‘dışsal’ noktalar nedeniyle tanınmaz. Bunlar kuramcılığı ‘ilgilendirmeyen’ önemsiz konulardır. Locke’un önemi David Hume’un dört dörtlük görgücülüğüne, sonra Bentham’ın yararcılığına, sonra James’ın pragmatizmine, sonra analitik geleneğe, sonra mantıksal atomizme, sonra mantıksal pozitivizme, sonra mantıksal görgücülüğe, sonra dil "felsefeciliğine" vb. götüren yolu açmasında yatar.