En beğenilen uluslararası liderlerden birinden özgürlük, refah ve barışa güçlü bir tehdit olmuş faşizmin tarihine ve bu anlayışın yeniden dirilişine ilişkin dikkatli bir analiz.
1980`lerin sonunda; *Soğuk Savaş* sona erdiğinde, eski Dışişleri Bakanı Madeleine Albright da dahil olmak üzere birçok etkili insan, demokrasinin siyasi olarak sonsuza kadar zafer kazandığına inanıyordu. Yaklaşık 30 yıl sonra, tarihin gideceği yön artık bu kadar kesin değil. Küresel sahnede Avrupa`yı, Asya`nın bazı kısımlarını ve Amerika Birleşik Devletleri`ni kasıp kavuran, faşizme çok benzeyen baskıcı ve yıkıcı güçler yeniden ortaya çıkmaya başladı.
Hitler ve 2. Dünya Savaşı`nı izleyen komünist rejim altında Çekoslavakya`da büyüyen kişisel deneyimine, seçkin diplomatik kariyerinden topladığı bilgilere ve dünyanın dört bir yanındaki meslektaşlarının görüşlerine dayanarak Albright, faşizmin nasıl geliştiğinin net bir resmini çiziyor. Faşizmin yükselişine katkıda bulunan faktörleri tanımlayarak neden bir kez daha dünya çapında etkisini sürdürdüğünü anlatıyor. En önemlisi, bugün ve yakın gelecekte yükselen faşist güçlere karşı harekete geçemezsek, ekonomik felaket potansiyeli, terörist faaliyetlerde kalıcı bir artış, artan mezhepsel şiddet, büyük ölçekli insani yardım problemlerinin olacağını ortaya koyuyor.
Albright, sosyal medyanın gücünün zarar verici etkilerine, çalışma koşullarının düzenlenmesine, sıradan vatandaşların hayatlarındaki ahlak ve istikrarın değişen doğasına ilişkin net çözümler sunuyor. Ekonomik büyümeyi tetikleyerek zengin-fakir, kentli-köylü, kadın-erkek, vasıflı-vasıfsız ayrımlarının sınırlar arası çalışmalar yapılarak ülkeler üstü bir tepkiyle ele alınması gerektiğini savunuyor. Demokrasinin eşsiz erdemleri olan nedensellik ve diyalog yoluyla yine demokrasinin yarattığı sorunlara çözüm bulunabileceğine inanıyor.