Espriden uzak, kitap aktiviteli, oyuna ya da spora vakti olmayan öğrenim hayatım, nihayet sona ermiş ve ben, hayalini kurduğum üniversiteyi kazanmış, öğretmen olmuştum. Tek bir sorunum vardı; öğretmeni olacağım öğrenciler, çocuktu. Üstelik; okul yolunda bana “Mermer, nerelerde bulunur?” diye sorup “Eşikte.” diye cevap vererek gülüşen çocuklardı bunlar. Derste, doğal ve yapay ışık kaynakları arasındaki farkı anlatırken “Biri fatura ödetir; diğeri ödetmez.” diyerek dersi kaynatan çocuklardı. Dersleri şakaya alarak işlersem, yıl sonunda düzenlenecek olan bilgi yarışmasını nasıl kazanabilirler, diye düşünüp üzülüyordum. Ama boşuna üzülmüşüm. Başardılar. Çünkü onlar, oyun oynayarak büyümüş mükemmel çocuklardı. Onlar, Yahya Kaptan’ın mezarı başında tarihi dinlemiş, Dünyanın en uzun dördüncü asma köprüsünün yapılışını izlemiş, üç kemerli taş köprü üzerinde seksek oynamış, Şah kartal gibi, ağaç dallarında sallanıp, tepelere tırmanıp körfezi seyretmiş çocuklardı. Çocuklar, oynayarak öğrenir. Ve benim onlardan öğreneceğim çok şey varmış. Bir karar verdim; öğrenciyle öğrenci olup öğretmenliği sil baştan öğreneceğim. Okuyarak ve oynayarak…