İnsan ve insanın fonksiyonu olan akıl, gönül ve iradenin yaradılıştan günümüze ve geleceğe, akıp geçen zaman içinde geçirdiği süreçler bugüne kadar birçok bilge tarafından ele alınmıştır. Bazıları yaratılışdan, bazıları oluşumdan itibaren bu konuya bakmışlardır. Yaradılıştan itibaren bakanlarla, oluşumdan itibaren bakanların bunu günümüze yansıtma şekli ve toplumsal sonuçları farklı olmuştur. Hatta yaratılıştan ve oluşumdan itibaren bakanların kendi aralarında da algılama ve uygulama biçimi farklı olmuştur. Halbuki iki görüşte daha başlangıçta konuya nefisten arınmış aklın gerçekçi bakışı ile bakamadıkları için geçirilen süreçte sosyolojik yansımaları çok yüzeysel ve kutuplaşmacı olmuştur.
Yüzyıllarca Arap, Fars ve Türk saltanatlarının ve yandaşlarının gelenekselleşmiş kendi nefisci bakış açılarıyla geniş tebalara uyguladıkları ve uygulattıkları sözde İslama bugün gerçek İslam diyenlerin, yüzyıllarca iktidar olmamış bir avuç Ehl-i Beyt`in silsilesinin tarafında duran Türkmenin gerçekçi ve akılcı İslam anlayışına Türk İslamı diyerek ırkçı bir leke vurmak istemelerinin sebeblerini ortaya koymaya çalıştım. Vesaitçi, baskıcı, entrikacı ve zulümcü Emevi ve Abbasi etkili Arap İslamını eleştirirken, ya da Fars etkili yalnız hissi mistik İslamı eleştirirken, ya da günümüze kadar gelen yabancı (emperyal) dizaynlı bazı sözde İslami anlayışları eleştirirken amacım Türk İslamı diye birşeyi oluşturup anlatmak değildir. Ama Türkler Kur`an`ı ve sünneti akılcı ve gerçekçi olarak anlayıp ve anlatmışlarsa buna Türk İslamı demek yanlış olur.
Çünkü Hz.Resul`un; “Kur`an`ın özü ilim dışı hükümdür” sözüne en çok uyan Türkler olmuştur. Bu gerçeğinde üstünü açmaya çalıştım.