Bazı yaralar vakti gelince gün ışığına, kamusal alana çıkıp okurla tanışmak ister. Pek çok kitabın, kadim yaralarımızın kısa tarihi olması bundandır. Yara dediğin bazen uzaktadır, çağırsan bile gelmez. Yara dediğin çok yakındadır, bedene ruha işlemiştir, kovsan gitmez. Bazen annenin âh’ıdır, bazen dilin bedduası. Bazen dilinden ve ülkesinden sürgün edilenin veya göçenin iç kanaması. Kıbrıslı şair Fikret Demirağ’ın “Yurdunun kokularını gümrükte bırakma” dizesinden el alarak söylersem, dilinin ve yaralarının kokularını gümrükte bırakmamanın halleridir. İşaret ve itiraz parmağını yitirmeyen yazarlardan, Akman Gedik, öykü-deneme tadındaki “yara beyanı” metinlerden oluşan bu kitabında yaralarının izini sürüyor. Değil mi ki, insan yaralarının da toplamıdır, değil mi ki bazı kitaplar yara beyanıdır, yaraların beyanı esastır, deyip sorsam: İnsan ne zaman evindedir? Dahası insan ne zaman dilindedir...
Sezai Sarıoğlu