Tükendi
Stok AlarmıGece son derece sessizdi. Ara sıra caddeden geçen araçların ışıkları pencereye vuruyor, karanlık odayı kısa bir süre aydınlatıyordu. Hafiften perdeyi araladı. Dışarıda yoğun bir kar yağışı vardı. Kar taneleri, sokak lambasının aydınlattığı bölgede, milyonlarca beyaz kelebeğin uçuşması gibi, daireler çizerek uçuşuyordu. Gözü yol kenarındaki ağaçlara takıldı. Ağaçlar telli duvaklı birer gelindi sanki. Havada uçuşan kar taneleri ise gelin ve damadın başına atılan bembeyaz konfetiler gibiydi. Derin düşüncelere daldı. Dışarıdaki manzara onu alıp uzaklara götürmüştü. O kadar dalgındı ki elindeki yanan sigarayı unutmuştu. Sigara bitmek üzereydi. Kendi halinde yanan sigaranın çoğu yanmış, küle dönmüştü. Sigaranın elinde olduğunun farkında bile değildi. Gözleri hala yağan kardaydı. Yağan kar taneleri, sanki tek tek yüreğine yağıyordu. Bir an üşüdüğünü hissetti. O an, yağan karın, üşüyen yürekler için hiçte romantik olmadığını düşündü. Bir ara kendine gelir gibi oldu, yeniden daldı gitti. İçinde bulunduğu bu duruma kendiside bir mana veremiyordu. Gerçekten neydi bu? Sevda mıydı acaba? Sevda nasıl bir şeydi? Buna cevap bulamadı. Zira hiç sevdalanmamıştı ki sevdanın tarifini düşündü. Bu duygu, nasıl lügate dökülebilirdi. Kendi halini düşündü ve bir tarif çıkarmaya çalıştı. Sevda, onu her gördüğünde mutlu olmak, yanındayken bile özlemek, ya da hiç değilse, sesini duymayı istemek miydi? Ya da ne bileyim, hep onu düşünmek, bütün cümlelerin öznesine, onun adını koymak gibi bir şey miydi? *Her halde böyle bir şey* dedi kendi kendine. Bunu kimseye de soramazdı.