“Ayağa kalktın mı biter çocukluk” artık emek verirsin yaşama, işçi olursun. İşte simit satıyor çocuklar oyun oynamaya hasret çağında, fındık topluyorlar kitaba doyacakları kuytularda, pamuk topluyorlar yıldızlara bakacakları bir merceğin hayalinde, pamuk döşeklerde ölüyorlar.
Doğduğu değil “doyduğu toprağı memleket belliyor” emek verenler. Belki bu bir çiftçi “taşlı tarla”sında kral taçlarının yuvarlandığı mezarlıklarda, belki çıra gibi yanan bir Yörük pazarda, emeğini törpüleyen bir pedikürcü kuaförde, belki temizlikçi bir kadın malikânede, bir gece bekçisi fabrikada; belki bir hayat kadını Gezi Parkı’nın yamacında, bir balıkçı “bütün geçmişinin içinde kaybolduğu denizde;” belki bir deli kız, bir öğretmen, sırtı yere gelmez olimpiyat şampiyonu pamuğun yetiştirdiği; ustasının hasretinde geçmişini keskin bir kılıca döven bir demirci; yitip giden dostunu bir kuşun azatlığında arayan genç; bahçesi geleceğe açan ihtiyar; sahnenin dibinde bir çalgıcı, uzayan iş saatleri yüzünden “mis gibi delirenler…”
Hepsi burada, emeğin çukurovasında, “bir tek kaderini ağartamayan, kendi kefenini yıkayan” insanların öykülerinde.