Neo-liberalizm insan aktivitesinin özünü, sadece ve sadece ekonomik faaliyetlere indirgedi.
Oysa ekoloji ve sosyal doku üzerinde yıkıcı etkileri kanıtlanmış olan bir üretim biçimi ile karşı karşıyayız. Bu model insanlara, rekabet mantığına dayalı tek bir bakış açısı sunar. Bu egemenlik savaşı mantığıdır ve diğerinin mallarına sahip olmak, bilgisini ve anlamlarını çalmak/yakalamak demektir. Bu modelde, yaşam projesinin yoksulluğu, sahip olma (tüketme, sahiplenme, hükmetme) düzeninde ve Pascalcı anlamında eğlence yoluyla
uyarılma şeklinde yüzeysel bir olguya indirgenir.
Sahip olma dürtüsünü Gandhi şu cümlesiyle eleştirir: “Gezegende herkesin ihtiyacına yetecek kadar varlık vardır ama herkesin sahip olma duygusunu tatmin edecek kadar yoktur.”
Bu mantık karşısında Pierre Rahbi’nin “mutlu ayıklık” dediği veya Majid Rahnema’nın “gönüllü sadelik” olarak adlandırdığı karşıt bir mantık yer alır. Çoğunlukla önemsizleştirilmiş olan “var olma” terimini öne çıkartan esenlik ve yaşam sanatı mantığıdır bu.
Bu problemli mantığın ekolojik ayak izi anlamında açık bir ekolojik sınırı vardır. Ülkelerin ayak izleri ölçülmüş ve eğer bütün dünya, zengin ülkelerinin yaşam biçimleri gibi yaşarlarsa 2050 yılına kadar insanlara birkaç gezegen gerekeceği gerçeği ortaya konmuştur. Yaşlı dünyanın, benzer temeller üzerinde yaşamaya devam edemeyeceği açıkça anlaşılmıştır.
İklim açısından, yetersiz küçük adımları yerine, eğer felaketi önlemek istiyorsak ne yapılması gerektiğini araştırmak için kültürel ve demokratik koşulların ortaya konması ve gerçeği söyleyen kamu politikaları gereklidir.
Bu kitap toplumsal ekonomik örgütlenmenin dayatılandan başka yolları olduğu ve geleneksel ekonomi mantığının kökten değiştirilerek farklı biçimlerle doğa ve toplum endeksli bir bakış açısıyla yürütülebileceği, daha adil ve eşitlikçi bir toplum yaratabilme örneklerinden birini anlatmaktadır.