“A gençliğinde, bir sokak lambasının ışığında, direğine yaslanmış, “bir bütünü olmalı” diye sancılı soruşunu ve isyanını anımsadı. Aradan on yıllar geçmişti. ‘Görünmeyeni ve bilinmeyeni olmayan yekpare bir şey olmalı yaşam’ dedi kendi kendine.
A gençliğindeki o sorunun yanıtını bununla verebiliyor muydu şimdi? ‘Bildikçe bilinemeyen, gördükçe görülemeyen bu sonsuz varoluşun ortasında duyumsadığımız geçicilik ve eksiklik acısı, görünmeyeni olmayan yekpare şeyin yaşam olduğunu görmekle diniyor, içimizi kemiren o kuşku ve kaygı kurdu yerini eşsiz bir dinginliğe bırakıyor böylelikle’ diye düşündü.
Ne tümevarım ne tümdengelim, o parçasız bir bütünün duygusuydu. ‘Öteki canlılar, ağaçlar, böcekler, kuşlar ne varsa, bunu çok iyi biliyor olmalı. Yalnız biz bilemiyoruz, çünkü aklımızla kavramaya çalışıyoruz. Aklın elleri bunun için çok küçük, çok güçsüz. Ancak sezi bize kapıyı aralayabiliyor. Ama daha ileriye gidemiyoruz. Görünmeyeni olmayan yekpare bir şey yaşamak, demek kalıyor. Bunu görmek kalıyor bize’ ”