Başını minibüsün ön penceresinden salıvermiş. Kara ve gür saçları rüzgarda alev alev. Fistanı sarı, kırmızı, yeşil. Minibüs sol yanımızdan yıldırım hızıyla geçiyor. Kara ve gür saçları rüzgarda alev alevin minik bir kız çocuğu olduğunu görebiliyor, yüzündeki tebessümü farkedebiliyorum. O geçip geniş yolda yıldırım hızıyla, uzaklara taşıyor tebessümünü. Sağımızda bitiveren başka bir minibüsteki minik birkaç kız ve erkek çocuk epey tezahüratla el sallıyorlar, el sallayarak yanıtlıyoruz. Sağdaki ince uzun yola sapıp dut ağaçlarının ötesinde gözden yitene kadar yüzlerindeki tebessüm ve ellerindeki selam eksilmiyor. Bizi bir heyecan kaplıyor. Bize bir şeyler oluyor. Biz dediğim minibüsteki on veya oniki kadar bilim kadını ve erkeği, yayıncı, yazar ve şoförümüz. Solumuzdan aynı anda üstü açık küçük bir kamyon geçiyor, her biri karoserin birer tarafına bir eliyle tutunmuş, pırıl pırıl beyaz gömlekleri rüzgarda şişip inen şişip inen iki çocuk, iki kardeş mutlaka, gözlerinden, kısa kesilmiş kara saçlarından ve dudaklarında eksik olmayan tebessümden belli, el sallayarak bizleri selamlıyorlar. Çocuklar, kardeşlerim, bu ülkede mutlu. Burası Duhok nam ülkedir. Paris, Berlin, Madrid, Roma değildir. Duhok`tur. Evet sadece Duhok`tur. Kürdistan Federe Bölgesi`nin kendini yoktan var eden kenti. Burası viraneden bayındır bir şehir oluşturan katıksız, harbi, hakiki ve samimi insanların kentidir. Bu ülkede kardeşlerim daha yirmi yıl önce on bin nüfus mukimdi ve hiç kimse ekmeğine katık, çocuğuna süt ve peynir ve bir elma bile bulamıyordu. Tek köy, tek koyun, tek keçi, tek inek, tek ağaç kalmamıştı. İnsanlıklarını Bağdat`taki yatak odalarında üstlerinden bir yılanın derisini çıkarıp atması gibi terk eden caniler çünkü önce yağmalamış, sonra taş üstünde taş bırakmamış, yakmış, yıkmış, yıkmış yakmışlardı. Gökyüzü, Toprak Ana, Doğa Baba utançlarından yüzlerini kapamış, göz yaşlarını içlerine dökmüşlerdi. İşte onlar, katiller, başabelalar vurmuş, kırmış, sorgusuz sualsiz canlarımızı canlarımızdan almışlardı. Çocuklar babasız, analar erkeksiz bırakılmışlardı. Ferman onlardaydı, peki, ama dağlar bizimdi. Dağlar kalan canları saklamasını bilmiş ve zamanı gelince yılanlar deri değiştirmek için ağır ağır sürünürken haklarından gelinmişti. Dağlardan inen çağlayanlar pislikleri silip süpürmüş. Al bu koyun, bu keçi, bu inek senin demiştiler. Bir koyuna bir tane daha eklenmiş. Bir keçiye bir tane daha. Koyun, keçi ve ineklerin binlercesi şimdi birarada süt, peynir ve kaymak fabrikası gibi tıkır tıkır çalışıyor. Çocuklarımız artık aç karnına yatmıyor, yiyiyor, içiyor ve analı babalı büyüyorlar. Bizzat gördük, dinledik, duyduk, anladık. Hem güldük, hem ağladık. Kürt halkının ve kadim dilinin geleceğine umutla baktık. Çok heyecanlandık. Bu kentte çocuklar artık mutlu, çünkü bugünlerinden ve yarınlarından umutlu. Size bir de Duhok çarşısında gördüğüm, başlarını okşadığım, sakız satıp eve katık götürmek için çabalayan tertemiz çocukların bakışlarını anlatmalıyım. Farzedin ki bizim çocuklarımız.