Sonraları artık soru sormamaya, merak etmemeye başladım. Suskunluğu, tepkisizliği öğrendim çevremden... Annem babam da öyleydi çünkü. Haberlerle ilgili hiç yorum yapılmazdı evde.
*
Görür görmez kalın çerçeveli gözlüklü adamın yüzünü hatırlıyorum. Sanki hiç unutmamışım. Nutkum tutuluyor. Basiretim bağlanıyor.
Peşinden tepemizde yanan sokak lambasının ışığında, yüzündeki büyükçe doğum lekesi dile geliyor. Zihnim kendini kapatıyor. Bütün yaralarımın kabukları bir bir kalkıyor. Hepsi kanıyor.
*
Kadının giydiği palto, vücudunun şeklini alıverdi. İşi biten sarışın kadın, Zehra’yı yattığı yerde bırakarak yürümeye başladı. Bedeninden kan damlaya damlaya alt geçidin çıkışına doğru gitti ve merdivenlere yönelerek gözden kayboldu.
*
Bu sefer küçük ayaklar var önümde, yere düşmüş son resmi eğilip alarak bana doğru hüzünle ürkek ürkek yaklaşıyor, hissediyorum, teyzeciğim diyerek taziyelerini sunuyor. Bakışlarım yerlere düşmüş toplu iğnelerde… Onlar oğlumun resmiyle buluşamadan düşmüşler.
12 Eylül’ün kan damlayan karanlıklarından, kaderin yeniden yazıldığı bir alt geçitten, nefret edilen bir vişneli pastayla düşülen aşk yollarından...
Kısacası Mehtap Sezer’in, bir katilin de bir gözyaşı damlasının da peşine düşen o sarsıcı kaleminden…
Düğüm düğüm anlar okumaya hazır olun…