GEÇMİŞTEN İZLER
Günler, günleri kovalar…
Mevsimler, ayları…
Yol alır doğanlar,
Bir fidanın toprağa düştüğü gibi.
Can suyunu alan, dönüşür ormana.
Uğuldayarak ses verir birbirine.
Zaman gelir, vade yeter.
Dizde derman kalmaz.
Hayat biter.
Asırlar da olsa,
Hanlar, hamamlar kalır.
Yolcu gider, yolcular durmaz.
Gidenler bıraktığı ile anılır.
Kalanlar mirasyedidir.
Harcaya harcaya bitiremezler.
Malı, devleti…
Acıyı, kederi, hüznü…
Geçmişimiz, geleceğimizin aynasıdır.
Dolça: Maşrapa, su bardağı, topraktan veya çinkodan yapılma su kabı.
“Bülbülü altın kafese koymuşlar, yine de ah vatanım vah vatanım” demiş. Bizler doğup büyüdüğümüz yerleri çok sevdik. Öyle ki; çocukluğumuzu, gençliğimizi, sevdalarımızı, özlemlerimizi bıraktık
arkada. Ne kadar gidip gelmesek de dinlediğimiz bir yanık ezgide hatırladık, kokladığımız bir çiçekte hissettik memleket hasretini.
Yediğimiz bir pürçüklünün (havuç) adını andığımızda, hafiften dudağımızda üflediğimiz fışkırığın (ıslık) tınısında, çitlediğimiz bir sımışkanın (ay çekirdeği) lezzetinde hatırladık doğup büyüdüğümüz yerleri. Ama yaşadığımız zamanın ruhuna ayak uydurmak zorunda kaldık. Ekmek uğruna terk ettik doğup büyüdüğümüz yerleri. Ondandır özlemimiz, ondandır sevdamız.