“Tanık olduğu saf şiddet Çetin’in içini kaldırdı. Dayanamadı ve Gül Hanım’la yediği akşam yemeğinden midesinde kalanları öğürerek çıkardı. Elinde tuttuğu mayoya da kusmuk bulaştığını görünce yüzünü buruşturdu. Tekrar düzgün nefes almaya başlayabildiği zaman Selim’i düşündü. Bu adam bir kanser, bir parazitti. Birinin bu herife haddini bildirmesi gerekiyordu... Ve sanki o sırada içinde olduğu gölgeler yavaş yavaş aklına girmeye başladı. Aklına anında konuyla ilgili yapılabilecek bir plan gelmişti. Hayatının geri kalanında her yatağa girdiğinde `Keşke aklıma gelmeseydi...` diyeceği, çocukça bir plan...”
Bugün yaptığımız her şey, geçmiş tecrübelerimizin bir sonucu değil midir? Ne yaşarsak, nasıl yaşarsak öyle bakarız hayata. Hobilerimiz, fobilerimiz, kurduğumuz arkadaşlıklar... Hepsi, bizi biz yapan anılarla örülmüştür.
Doberman’da da hiçbir şey nedensiz değil. Doğacan Silivri, hayallerin gerçekle, doğanın doğaüstüyle karıştığı kurgusuyla okurlara sesleniyor:
“Hepimiz geçmişin mahkûmlarıyız!”