*Her kalbi derleyen bir bahçıvan olmalıydı; umudu, sevgiyi ve adımları yeşerten bir bahçıvan…*
Sanki bir meleğin gölgesinde, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Sanki bir denizin gözlerinde, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu… Bir şairin mısralarında, bir çölün susuzluğunda, bir Hira’nın bağrında, bir arşın merhametinde, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu Hanna… Unutulmamıştı hiçbir an, unutturulmuştu…
Kardelenler açarken, kendisi hercailer yeşertmişti dünyasında; mevsimler birbirini tamamlarken, o görmek istememişti baharı müjdeleyen tomurcukları… Çanlar sustururken kalbinin sesini, o duymak istememişti okunan ezanları… Büyülü kitapların tozuna bulanırken, ruhu perdeleri aralayamamıştı, Ay’ı ikiye bölen sevgilinin sözlerine…
Unutmuştu kalbi, ona tüm bunları anlatanı… Koşmuştu çocuk kalbi, asılsız sevginin peşinden; aldanmıştı kalbi, asılsız kahramanların ardından ve hep ona benzeyen adımlara hayranlık beslemişti adımları… İşte şimdi hıçkıra hıçkıra ağlıyordu çocuk kalbi; kendisiyle, izin istemeden, kapıyı çalmadan ağlıyordu, hep ona benzeyen kalpler... Bir daha gelir miydi? Bu kapıyı bilemiyordu…
Hanna, kalbini kenara koydu ve daldı gözlerinin ucuyla denize…