Sâdık Hidâyet’in öyküleri, hem onun kendi yapıtına hem de modern İran edebiyatına giriş için mükemmel birer anahtar niteliği taşır. İlk öykü kitabı Diri Gömülen, bu büyük yazarın sonraki metinlerinde geliştireceği temel izlekleri haber veren ve Kafka, Poe, Rilke gibi modernlerle buluşma noktalarını göz önüne seren bunaltılı atmosferiyle ve takıntıların tükettiği tuhaf kahramanlarıyla öne çıkar: Ölümü aklından çıkaramayan bir adam, hayatının en mutlu günlerini esir kampında geçirdiğine inanan bir başkası, içindeki inanca hiç ummadığı bir yerde rastlayan bir tanrıtanımaz ve diğerleri...
Dünyasının merkezine toplumun uyumsuzlarıyla dışlanmışlarını yerleştiren Hidâyet, farklı anlatım biçimlerinden yararlanarak ölüme, aşka ve yalnızlığa dair öyküler anlatıyor.
“Soluğum kesiliyor, gözlerimden yaş akıyor, ağzım acı mı acı, başım dönüyor, yüreğim sıkışık, bedenim yorgun, ezik ve gevşek. Bilinçsizce yatağa düşmüşüm. (...) Bilmiyorum nedense, hangi yana dönecek olsam, gözümün önünde odadaki masanın üzeri şişe, fitil ve ilaç kutusuyla dolu. Yanık alkol kokusu, sevimsiz odanın kokusu, havaya dağılmış. Kalkıp pencereyi açmak istiyorum. Fakat aşırı bir tembellik beni yatağa çivilemiş. Sigara içmek istiyorum; canım çekmiyor. On dakika geçmedi, uzayan sakalımı tıraş ettim. Gelip yatağa düştüm. Baktığım aynada hayli süzülüp zayıfladığımı gördüm. Güçbela yürüyordum. Oda karmakarışık, bense yalnızdım.”
(“Diri Gömülen” adlı öyküden)